Pierre Loti, Mahmut ve Belkıs

Pierre Loti, esrarengiz bir takım duygulara sahip olduğuna inandığı kedilere büyük sempati duyardı. Hatta iki kedisini anlattığı bir de küçük kitabı vardır: Vies de Deux Chattes (1907). Kedilerinden biri beyaz bir Ankara kedisidir. Bu beyaz kedisine Madam Moumoutte Blanche adını vermiştir. İkincisi ise bir Çin kedisidir: Madam Moumoutte Chinoise. Yazımıza eşlik eden Rousseau tablosunda Loti’nin kucağında bulunan kedi de budur. Önce, Fatin Hazinedar’ın yazısından araklayarak Pierre Loti’nin kedi aşkı konusuna bir giriş yapmaya çalışalım.
Loti “Türk dostu” olarak tanınır ama esas “kedi dostu”yanı daha ağır basar. ““Yaşadığı her yerde kedi dostu olduğu bilinir, konuşulur. Öyle ki, 1908’de Fransa’da Kedileri Koruma Derneği’nin Onursal Başkanı olarak onurlandırılır. Loti’nin her yerde kedilerle yakın dostluklar kurduğu gibi sahiplendiği kediler de olur. İlk kedisi olarak Senegal’den getirdiği ‘Madam Moumoutte Blanche’ bilinir ama o değildir. İlk kedisi çocukluğundaki ‘Souris’ yani ‘Fare’ adlı tekirdir. ‘Madam Moumoutte Blanche’ aslında onun ikinci sahip olduğu kedidir. Bu kediyi Senegal’de görevli olduğunda sahiplenir. Loti, ‘Madam Moumoutte Blanche’ı şöyle anlatır: ‘Çok güzeldi, gözleri hep çocuksu, Burun ucu küçük ve pembe, ipeksi, yumuşak tüyleri vardı. Kulaklarından başlayan siyah çizgi adeta gözlerinden geçen bir bant gibiydi. Göğüs, karın ve ayaklar bir kuğu gibi bembeyaz, kuyrukları bir sineği kovalar gibi hep hareketliydi. Her daim kibirli ve gergindi… Üçüncü kedisini de Çin seferinde sahiplenir, daha doğrusu sahiplenmek zorunda kalır. Çin’de geminin halatlarını çözüp iskeleden tam ayrılacakları zaman gemiye bir kedi atlar. Kedi doğruca Loti’nin kamarasına koşar ve ranzanın altına saklanır. Gri tüyleri olan bu kedi Loti’nin anlatımına göre çirkin bir kedidir. Korkmuş, ürkek kediye Loti yiyecek verir. Kedi yemeğini yedikten sonra bir köşeye kıvrılır. Loti anlar ki o artık onun yeni kedisi olmuştur. Adını da ‘Madam Moumoutte Chinoise’ koyar, her iki kedisinin adının ‘Madam Moumoutte’ olması konusunda ise şunları söyler, ‘İkisini de ‘Moumoutte’ diye çağırdığım için beni bağışlasınlar. Kendilerine başka isimler vermek için hayal gücüm yetmedi. Her zaman onları ‘Moumoutte’ veya kısaca ‘mimi’ olarak çağırdım. Bu iki sevimli için söyleyeceğim başka isimler yok. Yalnızca ‘Moumoutte’ veya ‘Mimi’. Sıkı durun: Pierre Loti, bu iki kedisi için kartvizit bile bastırır. Kartvizitin üstünde şunlar yazar: Madam Moumoutte Blanche, Pierre Loti’nin 1. kedisi, Madam Moumoutte Chinoise, Pierre Loti’nin 2. kedisi.”
Biz bu yazımızda onun yavur ellerinde edindiği bu kedilerle değil, Osmanlı İstanbul’unda bağrına bastığı kedilerle ilgileneceğiz. Aziyade romanında ana kahramanın bir kedisi vardır ve adı da “Kedi Bey”dir, ama bu kedi hem kendisinin değil, hem de ne de olsa bir roman kahramanı, bunu geçelim. Şüphesiz, Pierre Loti İstanbul’da sokaklarda fink attığını bildiğimiz kedilerle daha sık karşılaşmaya başlamıştır. Bir kitabında şöyle demekte: “[İstanbul’un] kedilerine gelince: Bunlar hiçbir zaman gelip ge­çenlerin önlerinden kaçmazlar. Çünkü yolcuların ken­dilerine ilişmemek için yollarını değiştireceklerini bi­lirler.”

Mahmut
Pierre Loti İstanbul’da Fener sırtlarında otururken Mahmut adında bir kedisi olmuştu. Onunla nasıl karşılaştığını ise şöyle anlatır: “Onu Mahmutpaşa alanında bulmuştuk, gölgeli bir köşede, bir duvar dibinde, yazgısına sonsuzca boyun eğmiş, gerisinin üstünde oturuyordu. Hiçbir şey söylemiyor, hiçbir şey istemiyor, hiç kımıldamıyordu. Şaşılacak kadar küçüktü, bir kedinin küçüktülmüşüydü, sefaletten, açlıktan iyice pörsümüş gövdesi küçücüktü, ama küçük yüzü çok güzeldi, şimdiye değin gördüğüm en hoş, en akıllı kedi yavrusu yüzüydü. Ankara kedisiydi, koyu gri rengi siyaha yakındı, yalnız çenesinin altında az bir yer açık griydi, üç belki dört aylık vardı, ama yaşına göre çok küçüktü, sefaletten gelişmesi geri kalmıştı.”
Pierre Loti kedinin mahzun gözlerle kendileriyle konuştuğunu ve “Evet, çok mutsuzum ben, görüyorsunuz, yüzüstü bırakılmış, acınası küçük bir hiçim,” dediğini de söyler. “Mahmutpaşa’dan geldiği için adını Mahmut koymuştuk, böyle cılız küçük bir hayvana büyük mamutları andıran bir ad koymak eğlenceliydi.” Loti Mahmut’a sevgiyle bağlanır: “Geldiğinin ertesi günü, ancak birimizin omzuna çıktığı zaman kendini iyi duyumsuyordu. İnatla pantolonlarımızdan, ceketlerimizden yukarı tırmanıyor, başını yanağımıza dayayıp omzumuza yerleşiyordu, öylece büzülüp mutlu oluyor, mırıldamaya başlıyordu. İlk düşünceleri olsa olsa bundan üç ay öncesine giden bu terk edilmiş yavru, sevgiyi ve sevecenliği nereden öğrenmişti?”
Mahmut güzeldir, hoştur ama bunca ihmal edilmiş bünyesini güçlendirmek hiç de kolay değildir. Loti bu durumu çözmek için çok çalışmıştır, şöyle anlatır: “Ara sıra küçük hasta bir sicimin ucundaki mantarla oynayacak kadar kendini güçlü duyumsuyordu, ancak bir türlü iyileşmiyordu, küçük kemikleri derisinden dışarı çıkacakmış gibi görünüyordu. Çağırdığımız veteriner bazı ufak ilaçlar yazdı, özellikle onu emzirecek bir dişi kedi gerektiğini söyledi. Uşağım Cemil aradığımız dişi kediyi yaşlı bir komşu kadının evinde buldu. Komşu kadın kendi yavru kedilerini sütten kesmeye, her gelişi için üç para karşılığında ana kediyi günde iki kez bize göndermeye razı oldu –toplam her gün altı paralık kedi sütü alacaktık. İnsan yarması Cemil bir sepetle ana kediyi almaya gidiyor, küçük Mahmut sütünü emerken onu dört ayağından tutuyordu, çünkü bu iş ana kediyi çok kızdırıyor, öfkesini kabartıyordu. Sonra ona bir manca[1] veriyorduk, oburca yiyordu, ardından cehennemden kurtulmuşcasına kaçıyordu.”
Neyse uzatmayalım. Ne ana kedinin sütü, ne veterinerin ilaçları Mahmut’u iyileştirmez. Loti’nin günlüğüne 11 Eylül 1913 günü düştüğü nota göre “uzun süre can çekişen küçük kedimiz Mahmut” dünyaya veda eder.
Öte yandan Loti’yi tanımış olan eski bir veteriner, Samuel Aysoy (1885-1960) de şöyle yazar: “Pierre Loti Balkan harbini müteakip Istanbul’da Süleymaniye Camiinin karşısındaki evinde oturur iken mahallenin bikes ve hasta kedilerini başına toplayıp tedavilerini benden rica etmişdi. Her gün saatlerce hastalar ile meşgul olur ve onlara karşı çok müşfik sözler sarfederdi. Gelen ecnebi misafirlere Türklerin hayvanlara olan muhabbetinden ve Bursa’da büyük camiin yan ında hasta vaziyetinden dolayı memleketine gidemiyen leylekleri tedavi ve himaye için bir hastahane mevcut olduğunu ve kendi gözü ile pansumanlı leylekleri gördüğünü anlatırdı.”
[1] Manca: Kötü, bayağı yiyecek, kedi veya köpek yiyeceği.

Belkıs Hanım
Bir de Abdülhak Şinasi Hisar’ın anlattığı bir kedi vatfizi öyküsü vardır ki, 1903 yılında Pierre Loti’nin komutanı olduğu gemide, yanında kadın dostları, cebinde ona yeni hediye edilen bembeyaz küçük kedi ile verilen bir partide geçer hadise. Kedinin üstüne şampanya dökülür, adı Belkıs koyularak vatfiz edilir (İstanbul sosyetesinden ve Loti’yle sürekli mektuplaşan Belkıs Haydar Hanım’dan kinaye). Tabii bunu doğru bulmayan tutucu bahriyeliler olayı şikayet ederler, rezalet ayyuka çıkar. Bu arada küçük kedi de ortadan kaybolur. Abdülhak Şinasi olayın sonunu şöyle anlatır: “Anlaşılmış ki, vapurun mutaas­sıp tayfaları, insan işlerinin acip mukadderatı veçhile, din an’anelerine hürmetkar görünmek arzusu ile. dinin men edeceği bir günah işlemişler: Güzel, küçük, gü­nahsız kediyi, denize, Boğaziçi’ne atmışlar!” Yani sonu hazin bir hikaye bu…
Hikayenin başka bir yönü de, Belkıs Haydar Hanım’ın adının kediye verilmesinin pek mutlu olduğunu bilmemiz. Hatta daha da ilginci, yine Loti’ye mektup yazan 18 yaşındaki bir genç kızın 30 Ocak 1904 tarihli mektubundaki şu satırlar: “Dişi kediniz olmak isterdim, Loti!.. Ah başımı yavaş yavaş elinizin üstüne dayayın!.. İstanbulda 18 yaşındaki küçük bir kızın aşkını alaya hakkınız yoktur! Ah, yılın bir kısmını içinde geçirdiğim küçük, yürek karartıcı, harap, pek harap kasabaya bir gelseniz. Sizinle, renkleri solmuş eski kumaşlarla döşeyerek zevk katacağımız eski bir evde oturmak ve şark işi setin üzerinden alaca karanlığın mor rengi arasından ufuktaki pembeliğe dalmak!.. Ne rüya değil mi? Ama isterseniz gerçekleşebilir, Lotim…”

EK: Salâh Birsel anlatıyor
Vatfiz edilen Belkıs adlı kedinin öyküsünü Salah Birsel Boğaziçi Şıngır Mıngır kitabında şöyle anlatır: “Salon kont ve konteslerden geçilmiyordur. Kont Seynes-Larlenque ve eşi, kont Ostrorog ve eşi, Kont Arnoux ve eşi lahanalar gibi kurulmaktadırlar. Tarabya’daki yabancı karakol gemilerinin komutanları da baş konuklar arasındaki yerlerini almışlardır. Ayrıca Fransız Elçiliği çevresinde kümelenen Tatlısu Frenkleri de boylarını göstermektedir. Loti’nin Türkçe öğretmeni ve Şehriemaneti Meclisi kâtiplerinden Magamız Bey de koltuklardan birini doldurmuştur. Loti’nin İstanbul’da kısa sürede dostluk kurduğu İran Elçisi Mirza Han’ın altın sesli hanendesi de buradadır ki biraz sonra İran türküleriyle bütün dinleyicilerin belini kıracaktır. Türkülerden sonra Loti piyanoya geçmiş, geminin çalgı tıngırdatmakta pek çaylak olmayan bir iki subayıyla Romberg’in sulu mu sulu bir senfonisini döktürmeye başlamıştır. Bu küçük ve pamuk gibi bir kedinin vaftizi yolunda atılan ilk adımdır. Bugün buraya niçin çağırıldıklarını bilmeyenler de Loti’nin kafasından geçenleri yavaş yavaş çakmaya başlamışlardır. Salon’un bir köşesinde, bir sepet içindeki kedi de az sonra başına geleceklerden habersiz pinekleyip durmaktadır. Ama o da, senfoninin ilk vıyaklamalarıyla örtüsünün altında kulaklarının tıkacını açmış olan biteni sezmeye seyirtmiştir. Yanılmıyorsak, kediyi Loti’ye Belkıs Haydar Hanım armağan etmiştir. Belkıs Hanım bugün burada yoktur ama Madam Roux onun temsilcisi olarak salonda bulunmaktadır. Senfoni biter bitmez, İskandinav efsanelerinin sahneye konulmasında rol alan rahiplerin kılığına bürünmüş bir adam göz kamaştıran beyazlıklar içinde, içeri girer. Pamuk kedinin sepeti de alınıp masanın üstüne kondurulur. Tören başlıyordur. Loti, masaya yaklaşır, sepetin örtüsünü kaldırır, kediyi kucağına alır. İlk Bay Coquelin’den kediye bir ad bulmasını rica eder. Coquelin ağzında bir şeyler gevelese de, bulduğu ad çoğunluğun onayından geçmez. Bu kez Loti, konuklara yönelir. Herkes bir ad öneriyor ama hiçbiri benimsenmiyordur. Sonunda biri, kediyi armağan eden Belkıs Hanım’ın adı üzerinde durur. Loti’nin istediği de budur. Rahip kılıklı adam da yine İskandinav efsanelerinden çıkarılmış birtakım sözler mırıldanarak kediye ‘Belkıs ’adını bağışlar. Bu arada üç kişiden oluşan bir koro da İskandinav havalarını anımsatan bir ezgiyi şırlatmaya başlarlar. Ezginin sözleri artık Belkıs diye çağırılmaya başlanan kediye göre ayarlanmıştır:
Belkıs koydum adını/ Umarım korursun onurunu/ Acımasız ol görünce sıçan/ İnsanlar karşısında da sevecen/ Yitmesin boncuk gözlerinin pırpırı/ Kedisin aklında tut unutma/ Parmaklarımız gezinirken sırtında/ Sen de çıkarıver kanburunu.”
Kaynakça:
Fatin Hazinedar, “Kedin olayım Loti…” Ke (Kartal Belediyesi Edebiyat Kültür Sanat Dergisi), S.3, Mayıs/Haziran 2020 (https://www.kartal.bel.tr/tr/hizmetler/ke_dergisi_3sayi_ekitap.pdf)
Pierre Loti, Can Çekişen Türkiye 1914, Tercüman 100 Temel Eser, İstanbul t.y.
Pierre Loti, Doğu Düşleri Sona Ererken, Çev. Faruk Ersöz, Kitap Yayınevi, İstanbul 2002
Ord. Prof. Samuel Aysoy, “Değişik Milletler Tarihinde Kedi,” Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, C.1, S.34 (1954)
Abdülhak Şinasi Hisar. İstanbul ve Pierre Loti, Varlık Yayınları, İstanbul 1958
Orhan Koloğlu, “Pierre Loti’ye Mektuplar,” (dizi yazı), Milliyet, 16 Aralık 1967
Salâh Birsel, Boğaziçi Şıngır Mıngır, İş Bankası Kültür yayınları, Ankara 1980
Gökhan Akçura
Shopping Cart
Scroll to Top